Sevgili Okurlar
Bu makalemde, ülkemizde ortaya çıkan yozlaşma ve ahlaki bozulma dan yola çıkarak, özellikle Bilişim sektöründe oluşan bazı talepleri değerlendirmeye çalışacağım. Bu kapsamda bir ön değerlendirme yaparak yazıma başlamak istiyorum.
SUÇ ORANI VE NÜFUS ARTIŞI
2010 ila 2020 yılları arasında, ülkemizdeki Ceza ve İnfaz kurumlarında bulunan vatandaşlarımızın sayısına baktığımızda 80.000 li rakamlardan 250.000 li rakamlara artış olduğunu göreceğiz (kaynak TUIK) . Bu demek oluyor ki, suçu tescillenmiş ve hapis cezasına çarptırılmış insanımızın sayısı 10 senede %300 den daha fazla artış göstermiş

Bu artışı nüfus artışına da bağlamak isteyenler olacaktı, bu yüzden 2007 den 2022 ye kadar Türkiye deki nüfusun artışı ile ilgili istatistik bilgisini de sizinle paylaşmak isterim. 2007 de 70 Milyon bandında olan nüfusumuz 2022 itibari ile 85 Milyon seviyesindedir, yani %20 den biraz fazla bir nüfus artışımız söz konusudur. (kaynak google)

Yukarıda verdiğim iki temel istatistiki bilgiye dayanarak şunu çok net söyleyebiliriz ki, ülkemizdeki suç artış oranı, nüfus artış oranının 15 katıdır. Bu durumu yorumlayacak olursak, maalesef ülkemizde suç artışı oldukça fazladır. Bu suçların büyük kısmı da terör örgütü üyeliğinin dışında, yüz kızartıcı suçlar diye nitelendirebileceğimiz “aldatma, nitelikli dolandırıcılık, hırsızlık ve benzeri” suçlardan oluşmaktadır.
AHLAKİ ÇÖKÜNTÜNÜN BAŞLAMASI
Hepimizin çok iyi bildiği üzere, son 30 yıl içinde ülkemizde birçok insanımız “ponzi aldatması” diye bilinen bir sistemle ama farklı isimler ve projeler altında defalarca dolandırıldı. Bunlara örnek olarak “Titan”, “Jet Fadıl”, “Kombassan Holding”, “İnek Bank” gibi isimler ile yazılı ve görsel medyada haberleri yapılmış dolandırıcılık sistemlerini verebiliriz. Bu sistemlerin iki temel prensibe dayandığını çok net ifade etmek isterim.
Prensip – 1: Hızlı ve kolay para kazanma arzusu olan, inancı sebebi ile “Faiz” karşıtı olan kişilerin hedef alınması
Prensip – 2: Referans yolu ile sistem içerisine girmiş ve kazanmış olan kişilerin varlığı
Her iki prensip de aslına dolandırılmaya aday kitlenin aslında, çalışmadan, emek vermeden, kısa ve kolay yoldan çok kazanç sağlama arzusu olduğu temeline dayandırılmaktadır. Bu durumda sormamız gereken ve cevap vermemiz gereken sorular;
- Bir millet, bir toplum 30 yıl içerisinde aynı temel prensibe dayanan farklı isimlerde ortaya çıkan bu dolandırıcılık yapılarından neden sürekli madur olmaktadır?
- Neden ısrarla bu “kolay para kazanma” arzusu ile güvenilir olmayan bu sistemlere varını yoğunu yatırmaktadır?
- Bu dolandırıcıların suçlu olması bir yana, “kolay para kazanma” arzusu ile yanıp tutuşan insanların hiç mi suçu yoktur?
- Bu bir toplumsal ahlak çöküşüne örnek değil midir?
Bu duruma uzaktan bağımsız bir gözle bakınca, burda bir “ahlaki çöküntü” nün başlangıcını görebileceğimizi düşünüyorum. Bu durum normal hayatımızda karşımıza farklı şekillerde de çıkıyor, bunlara da örnek vermek gerekirse;
1-Konut satışlarında/kiralarında oluşan yüksek fiyatlamaların “Fırsat” olarak görünmesi, ederinin 5 katı 10 katı değerlere işlem yapma fırsatını ele geçiren “insafsız” emlakçı ve mal sahiplerinin varlığı.
2-Araç satışında da yukarıda belirttiğim duruma benzer fırsatçıların piyasada araç bırakmayacak kadar uygun fiyatla araç arıp, 6 ay sonra fahiş fiyata satma çabası ve bu yüzden oluşan yüksek araç fiyatları.
3-İhtiyaç olan, talebi artan mal ve/veya hizmetler için bunu fırsat bilip fahiş fiyatla müşterilere satmaya kalkan kurumsal firmalar.
4-Özel eğitim kurumlarının “erken kayıt” adı altında, normal artış oranlarının çok üzerinde eğitim, yayın, yemek ve diğer giderler başlıkları ile talep ettiği ücretler
5-Eticaret sitelerinin tamamen aldatma tabanlı çalışan algoritmalar kullanmak sureti ile, çok talep edilen ürünleri önce uygun fiyata sonra da stokta az kaldı diyerek fahiş fiyata satma girişimleri ile, indirim adı altında fiyatı yükseltilip tekrar indirilen ürünleri satma çabaları.
Yukarıda listelediğim ve günlük olarak karşımıza sık sık çıkan bu durumlara daha birçok örnek vermek de mümkün. Elbette serbest piyasa ekonomisi diyerek işin içinden sıyrılmak isteyenler ve görüşlerime, tespitlerime katılmayanlar da olacaktır, ancak burada bahsettiğim “fahiş” fiyatlamalar, ülkenin ekonomik durumu içerisinde yer alan enflosyonel ortamda olması gerekenin kat ve kat üzerindeki durumlardır, resmi makamların yayınladığı yasa veya talimatlar kapsamında uygulanan artışlar değildir. Dolayısı ile “serbest piyasa” ekonomisi diyerek bu artışları haklı duruma getirmeye çalışmak da aslında bir “ahlaki çoküşe” örnek teşkil edecektir.
Son deprem felaketinde de gördük ki, ahlaki çöküşe uğramış toplum bireyleri, felaketten etkilenen vatandaşların konut ihtiyacını fırsat bilerek, fahiş kira ve satış rakamları uygulamak sureti ile kendi kazançlarını arttırmanın peşine düşmeye çalışmaktadır.
Maalesef, bu “ahlaki çöküntü” nün önüne geçmek için her seferinde devletin müdahalesine ihtiyaç duyulması, fiyat artışlarına yasalarla kısıtlama koymaya çalışılması da ayrıca “yozlaşma ve ahlaki çöküntü” nün bir örneğidir. Normal şartlarda buna gerek duyulmadan işlerin kendi kendine yoluna girmesi doğru olandır.
UZAKTAN ÇALIŞMA SİSTEMİ
Yukarıdaki yazılanlardan yola çıkarak, sık sık sosyal medya platformunda karşıma çıkan ve Pandemi ile bir anda popüler olarak hayatımıza giren “Uzaktan Çalışma”sistemi ile ilgili görüş ve tespitlerimi iletmek istiyorum.

Teknolojinin gelişmesi ve dijital dönüşüm projeleri ile, hayatımızın bir çok alanınd bilgisayar ve mobil telefonlar vazgeçilmez hale geldi. Bu kapsamda neredeyse 2015 li yıllardan bu yana, birçok alanda oturduğumuz yerden ve herhangi bir bilgisayar veya telefon aracılığı ile kurumsal hizmetlere erişebilir ve çalışmalarımızı gerçekleştirebilir teknolojiye sahibiz. Özellikle BT Teknik Destek hizmetleri, Yazılım Geliştirme, Helpdesk (Yardım Masası) ve Çağrı Merkezi hizmetleri gibi alanlarda zaten lokasyon bağımsız hizmetler sağlanabilir durumdadır. Kurumlar, kendi stratejilerine uygun olacak şekilde çalışanlara yukarıda belirttiğim hizmetleri farklı lokasyonlardan sağlama imkanlarından faydalanmaktadır.
Fakat, başta Pandeminin etkisi ile eve kapanmadan kaynaklanan “Evden Çalışma” mecburiyeti sonrasında, çalışanların talebi kalıcı olarak bu sistemin devamlılığı üzerine yoğunlaşmaktadır. Şunu unutmamak gerekir ki, işverenlerin büyük kısmı, Pandemi koşullarında “kısa çalışma ödeneği” denen bir sistem ile, çalışanların maaliyetlerini devlete yükleyebilmiştir, bu yüzden “evden çalışma” sırasında ortaya çıkabilecek eksiklikler, aksaklıklar veya verimsizlikler üzerine pek düşünme ve analiz etme şansına sahip olmamışlardır. Oysa ki, bu sistemi olağan çalışma hayatına uygulamaya kalktıklarında, yazımın girişinde bahsettiğim “Ahlaki Çöküntü” etkisi ile oluşan güvensizlik ortamından kaynaklı olarak işler beklendiği gibi sonuçlanmamaktadır.
Pandemi şartlarının ortadan kalkması ile, çalışanların ofislere gitmesinin önünde bir engel kalmamışken, ısrarla “evden çalışma” ya devam etme arzusu, işveren tarafında genellikle olumsuz etki yaratmaktadır. Zira çalışanların bir çoğunun bu talebinin arkasında yatan temel motivasyonun ne olduğu konusu tartışmaya açıktır. Çeşitli görüşmelerim, sosyal medyada takip ettiğim kişilerin yazılarından okuduklarım ve haber kaynaklarından tespit ettiklerimi derlediğimde, motivasyon olarak aşağıdaki durumları listeleyebileceğimi düşünüyorum;
- Başta küçük yaş çocuk sahibi kadın çalışanlar olmak üzere, çalışanların evden çalışma arzusu, gün içerisindeki evde yapması gereken işlerini yaparken bir taraftan da çalışabilecek olması
- Sabah erken saatte kalkıp akşam geç saatte eve gelmek üzere yolda geçireceği zaman yerine, evden daha geç saate kadar uyuyabilme ve daha erken bir saatte mesaisine son verebilme imkanı
- Bilgisayar başında çalışırken, yine bilgisayar başında farklı işlerle de meşgul olma özgürlüğü (çalıştığı işyerinin gereklilikleri dışında, sosyal medya, dijital içerik üreticileri izmetlerinden faydalanma veya bağımsız olarak kendi uğraştığı e-ticaret üzerinden mal(malzeme satışı gibi işlemlerle meşgul olma)
- Maaşlı/bordrolu çalıştığı işyeri dışında, haricen farklı şirket ve firmalara da parelel olarak iş yapabilme özgürlüğü (özellikle yazılımcı, grafik tasarımcı, web tasarımcı gibi freelance olarak da hizmet sağlayabilecek kişiler için)
- Ev ortamı dışına çıkıp çeşitli cafe, restaurant, AVM veya benzeri ortamlarda bulunup vakit geçirirken, gerekmesi halinde bulunduğu ortamdan işyerine bağlanıp çalışma arzusu.
Yukarıdaki bu özgürlükler ve motivasyonların tamamında, çalışanın “mesai saatleri” içerisinde iken farklı işler yapma arzusu temel olarak görünmektedir. Bu durumun, haftalık 45 saat olan çalışan mesaisinde bir kayıp ve verimsizlik oluşması, işveren açısından da maddi kayıp anlamına gelir. Dolayısı ile, işverenlerin büyük kısmında, “ofisten çalışmaya” devam edilmesi yönünde eğilim olmaktadır.
İşveren yukarıdaki motivasyonlardan kaynaklı oluşan bu talepleri değerlendirirken, çalışana bir izleme sistemi entegre etmeye kalktığında da “kişisel haklar ve özgürlükler” diyerek çalışanların itirazda bulunduğu da aşikardır.
Benim “işveren” leri destekleme gibi temel bir amacım olmamakla beraber, “evden” yada “uzaktan” çalışma talebinin de mantıklı olmadığı konusunda görüşüm sabit. Elbette ki daha önceki paragrafta belirttiğim üzere, bazı durumlarda ve iş alanlarında, kurumların stratejik iş planları çerçevesinde bu tür çalışmalar için girişimlerde bulunduğu veya hali hazırda uyguladığı durumlar vardır ve var olmaya da devam edecektir. Buna itirazım yok, lakin toptancı bir anlayışla, çalışanların tamamı veya büyük çoğunluğu için “uzaktan çalışma” uygulamasının, ne işyerine ne de işverene bir fayda sağlıyacağını düşünmemekteyim. Bunun özünde de , makalemin başında belirttiğim “ahlaki çöküş” ü gerekçe göstermek çok da yanlış olmaz. Bu ahlaki çöküş, tüm çalışan kesimde kendini “uzaktan çalışma” talebi motivasyonunda çok belli etmektedir. Zira, çalışan, mesai saatleri içerisinde farklı işlerle meşgul olmayı kendinde özgürlük adı altında bir “hak” olarak görmektedir.
İşveren tarafında nasıl ki “fazla çalışma ödeneği (mesai)” ödemeden personel çalıştırma, eksik SGK ödemesi gösterip kalan bedeli açıktan / elden ödeme, kurumlar vergisini az ödemek için çeşitli yollara başvurma, işçiyi çıkarırken tazminat ödememek için mobing yapma gibi uygulamaları eleştiriyor ve bunları da “ahlaksızlık” olarak nitelendiriyorsak, çalışan kesmin “gerekli veya mecburi” olmamasına rağmen de bu “uzaktan çalışma” arzusunu aynı kapsamda değerlendirmemiz gerekiyor.
UZAKTAN ÇALIŞMA VE UZAKTAN EĞİTİM İLİŞKİSİ
Uzaktan çalışma ile ilgili olarak tespit ve söylemlerime, Uzaktan Eğitim ile ilgili görüşlerimi de ekleyerek devam etmek istiyorum,

Yine pandemi döneminde hayatımıza giren “Uzaktan Eğitim” konsepti, bugünlerde Deprem den dolayı tekrardan tartışılmaya başladı. Oysa, Pandemi sürecinde “uzaktan eğitim” almış olan çocukların, pandemi sonrasında nasıl bocaladığını hepimiz gördük. Tüm çocuk sahibi vatandaşların ilk isteği, pandemi bitse de çocukları okullara göndersek şeklinde oluştu.
Bu yüzdendir ki, bugünlerde yine tartışılan başta yüksek öğrenimde olan öğrencilerin “uzaktan eğitim” ile sezonu kapatacak olması kararı bir çoğumuzun hoşuna gitmedi. Neredeyse toplumun tamamına yakını aşağıdaki gerekçeler ile , uzaktan eğitime, gerçekten mecbut kalınmadıkça karşı çıkmaktadır;
- Uzaktan eğitim esnasında, bilgisayar veya tablet başında 8 saatini geçiren çocukların sosyalleşemeyeceği, gerçek yüzyüze eğitim ve okul ortamının çocuklara sosyalleşme ile ilgili daha geniş imkanlar sunuyor olması
- Bilgisayar ve tablet başında derse katılan ileri yaş çocukların, arka planda ders saatlerinde farklı işlemler ile uğraşması ve derslerine tam katılım yapamaması (oyun, video içerikleri ve benzeri şeyler). Bu durumların engellenmesi için çeşitli yazılmsal çözümler olsa da, her ebeveynin bunu uygulayabilecek seviyede teknik birikime sahip olmaması bir handikap.
- Çocukların uzun sürelerce ekran başında kalmasının, odaklanma sorunu ile birlikte, görme bozuklukları, duruş bozuklukları ve benzeri fiziksel rahatsızlıklara da sebep olması.
Bu gerekçelerin son derece gerçekçi ve mantıklı olduğunu ve aynı sebepler ile benim de “uzaktan eğitim” e karşı olduğumu belirtmek isterim. Lakin, bununla birlikte şu soruyu sormak istiyorum
“Çocuklarımıza çeşitli gerekçeler ile uygun görmediğimiz uzaktan eğitimi, kendimize veya çalışan kesme uzaktan çalışma adı altında neden sürekli talep ediyoruz? Uzaktan/evden çalışma yukarda bahsettiğimiz uzaktan eğitime itiraz gerekçelerimize aynen sahip değil midir?”
Ben bu soruların cevaplarını tarafsız gözle değerlendirdiğimde, zaktan eğitimin sakıncaları olarak gördüğümüz gerekçelerin aynen uzaktan çalışma için de geçerli olduğu sonucuna varıyorum, bu yazımı okuyan sizlerin de bunun üzerinde düşünmesini rica ederim.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Maalesef bu makaleyi yazıya aldığım dönemde ülkemizde büyük bir Deprem felaketi vuku buldu ve 42.000 insanımızı kaybettik. Bu felakette, şunları gördük
1-İmar affı adı altında hem mal sahiplerine, hem müteahitlere hem de rant peşinde koşanlara sağlanan imkanlar ile bir sürü kaçak uygunsuz yapı inşa edilmiş, depremde bir çoğu da ya yıkılmış yada ağır hasar almıştır.
2-Çok sayıda işletmenin böyle bir felakete hazır olmadığı ve iş sürekliliği planlamadığı görülmüştür.
3-Bölgedeki ticari işletmeler ve sanayi işlemez duruma gelmiştir. Bu sebeple çalışan kesim de işsiz kalmıştır.
4-Bu ölçekte bir felaketin İstanbul gibi ülke endüstrisinizn %50 sinden fazlasının olduğu şehirde olması büyük bir ekonomik felakete de yol açabilir.
Bu tespitlerden anlaşılacağı üzere, iş dünyası için bir değerlendirme yaparsak, “ahlaki çöküş” den kurtulmamız için yapılması gerekenleri de aşağıdaki gibi sıralayabileceğimizi düşünüyorum
1-Gerek teknoloji gerek ise üretim ve sanayi kuruluşlarının doğal afetlere karşı daha korunaklı farklı bölgelere yayılmak sureti ile taşınması gerekir.
2-Şehirlerin, deprem başta olmak üzere diğer tüm doğal afetlere karşı dirençli şekilde planlanması ve inşa edilmesi gereklidir.
3-İşletmelerin, doğal afetlere karşı bir savunma ve geçici sürdürülebilirlik planları oluşturması gerekir.
4-Siyasi veya ekonomik rant elde etmek amacı ile stratejik kararlar vermek yerine, ülkenin geleceğini garanti altına alacak düzenlemeler yapmak gerekir.
5-Çalışan mavi yaka personelin, 1. Maddede belirlenen lokasyonlara taşınması sağlanmalıdır. Beyaz yakalar için bulundukları yerden çalışabilme imkanları sağlanmalıdır.
Bu önlemleri aldığımız durumda, tüm kararların liyakatla verildiği, ahlaki çöküşün olmadığı dğal bir ortam sağlanacağı için, toplum olarak bu hem çalışan hem işverenin davranışlarına da yansıyacak “uzaktan çalışma” sistemi de otomatik olarak doğal süreçte yerini alacaktır.
Güzel tespitlerde bulunmuşsunuz ahlaki çöküntü konusunda. Toplum bunu bilmemezlikten gelip günah keçisi olarak siyasileri hedef gösteriyor sürekli suçu kısmen kendisinde aramak yerine.
Yazınızın tümünden hakkaniyeti gözeten adil bir bakış açısı sahibi olduğunuzu izlenimledim.
Kolay para kazanma konusunda örnek verdiğiniz Kombassan ve Jet Fadıl hakkında biraz farklı bir düşünceye sahibim. Kombassan yanlış hatırlamıyorsam 50.000 küsür ortakla kurulmuş, ihracata büyük katkısı olan bir holdingti. Gurbetçileri kandırıp sömürmek gibi bir ihtiyaçları yoktu. Böyle bir saçmalıkla kendi adlarına leke düşürmek ticari ahmaklıktan başka birşey olamazdı. Maalesef işin içinde siyaset vardı ve o zamanın siyasetine ve bürokrasisine hakim olan kesim yeşil sermayenin palazlanmasının önüne geçmek için büyük bir operasyon yaptı.
Jet Fadıl konusu da bana çok tuhaf geldi her zaman. Kendisinin gurbetçileri 5 MİLYAR MARK gibi bir meblağda dolandırıdığı iddia ediliyor. O zamanın 5 milyar Mark’ı enflasyon vsnin gözönünde bulundurulması ile bugünün 5 milyar Euro’suna eşdeğer olduğu kabul edilebilir. Her ne olursa olsun. Bu 5 Milyar Mark’ı cebe indiren Jed Fadıl salak mı ki 2002 seçimlerinde Siirt’ten milletvekili adayı olup Türkiye’ye dönmeyi tercih etti? Siz milleti 2,5 milyar Euro dolandırmış olsanız ceza yiyebileceğiniz bir ülkeye döner misiniz? Bana açıkçası çok tuhaf geldi bu durum. Ben böyle bir hırsızlık yapmış olsam gider Amerika’da Kanada’da biryerde yerleşir, oranın vatandaşlığını alır, Türkiye’ye de bu yeni kimlikle istediğim gibi giriş çıkış yapardım.
Türkiye anlaşılması güç çok tuhaf bir ülke. 🙂
Örneklerim zamanında medyada çıkan haberler baz alınarak derlendi, kombassan ile bizzat iş ilişkim olmuştu, o dönemlerde bu tür durumlar yoktu, sonradan olan oldu. Teşekkür ederim
Evden çalışmayı tercih eden çalışanların motivasyonları arasında çocuğuna bakmak gibi sebepler olabilir; ancak bu, tüm çalışanlar için geçerli değildir ve evden çalışmayı verimsiz kılacak bir argüman değildir. Ayrıca, farklı motivasyonları listelerken en temel sebeplerin atlandığını düşünüyorum.
Öncelikle, enflasyon artışı ve yüksek kiralar nedeniyle İstanbul’da yaşamak, özellikle işe yeni başlayanlar için giderek zorlaşıyor. Ayrıca, İstanbul’daki deprem riski de önemli bir faktördür. Büyük firmaların çoğunun İstanbul’da konumlanması hem şirketlerin operasyonel riskini artırmakta hem de güvenli konut bulamayan çalışanları risk altında bırakmaktadır.
Yıllarca ofis ortamında çalışmış ve son 4 yıldır evden çalışan biri olarak, ofis ortamının her zaman verimli olmadığını bizzat tecrübe ettim. Verimlilik, çalışanın nerede olduğundan çok, nasıl çalıştığına bağlıdır. Ofiste verimli olan bir kişi, evden çalışmanın sağladığı esneklikle çok daha üretken olabilirken, evde verimsiz olan bir çalışan ofiste de verimsiz olmanın yollarını bulacaktır.
Bu noktada, iş dünyası olarak artık şekil ve görünüşe odaklanmak yerine, işin çıktısına ve verimliliğine önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Tüm dünyada hızla değişen çalışma dinamiklerine direnmek yerine, bu değişime uyum sağlayarak daha sürdürülebilir ve verimli çalışma modellerini benimsemeliyiz.
Evet, iş alanı uygunsa, şehirlerarası veya ülkeler arası çalışmalarda uzaktan çalışma bir seçenek olabilir, ancak, bunun için adayın da, işyerinin de, işin de buna uygun olması gerekir. Zaten bu tarz durumlara karşı bir itirazım yok, itirazım keyfi öyle istiyor diye çalışanları uzaktan çalışmaya teşvik eden sistemler veya sosyal medya trollerine
Baştan aşağı saçmalamışsın. Performansa dayalı çalışma yöntemlerini doğru uygularsan, mikro yönetim ihtiyacı duymadan doğru sonuçlar elde edebilirsin. Evde olan çalışmaz mantığı doğru olmadığı gibi, iş yerinde bulunan verimli çalışır demek de tam bir saçmalık.
Sizin çıkardığınız sonuç tam bir saçmalık, her yapılan işin performana kriterleri uzaktan (benim buradaki temel düşüncem evden) çalışma durumunda ölçümlenebilecek seviyede değil, kaldı ki birçok çalışana uzaktan çalış ama seni izleyeceğim dendiğinde gelen tepkileri göz ardı etmişsiniz. Yani hem uzaktan çalışacak hem de performans ölçümleri için izlenmeyi kabul etmeyecek. Böyle bir dünya yok. Ayrıca, her iş alanı uzaktan çalışmaya müsait değil
“UZAKTAN ÇALIŞMA SİSTEMİ” ile ilgili düşüncelerinizi okudum ve açıkçası bu konuda yeterki bilgiye sahip olmadığınızı düşündüm. Pandemi ile birlikte uzaktan çalışan biri olarak ekibimle beraber ofiste harcadığımız aktif çalışma süresinden daha çok süreyi uzaktan çalışarak gerçekleştirdik. Bu konuda bu şekilde yeterli veri, bilgi sahibi olmadan uzaktan çalışmanın kaytarma, insanların bu fırsatı başka menfaatleri üzerine tercih ediyor demeniz yanlış, ne yazık ki böyle durumlarda herkesin böyle paylaşımlar yapabiliyor olması insanlara zarar verebiliyor. Umarım doğru kaynaklarla paylaşım yapmaya çalışırsınız.
Uzaktan çalışma kaytarmadır demiyorum, uzaktan çalışmanın suistimale açık olduğu kanaatindeyim, ekonomik olarak çok zayıf olan ve ahlaki çöküşten dolayı güven ortamı oluşturamayan bir ülkede, uzaktan (buradaki temel anlam evden) çalışmanın standartlaştırılmasının doğru olmadığı kanaatindeyim
İş hayatının son 4 senesini Uzaktan Çalışan biri olarak yazıda doğru bulduğum ve yanlış bulduğum kesimler var. Öncelikle doğru bulduğum kısımlardan biri “Ahlaki Çöküş” ülkede var. Evet bunun sebeplerini sıralayacak olursak, ekonomik adaletsizlikler, adalet sistemindeki yetersizlikler, kontrolsüz ve aşırı mülteci göçü ve nüfus artışı, kontrolsüz kentleşme vs vs. Bunların hepsi ahlaki çöküşün sebeplerinden biridir. Ahlaki çöküş konusu tarafınd ayazıya tamamen katılıyorum. Fakat… Uzaktan Çalışma modelinin işveren ve iş yerini zarara uğrattığı konusuna kesinlikle katılmıyorum. Öncelikle ülkemizde iyi üniversitelerden mezun olan öğrencilerin daha kolay iş bulabilmesinin sebebi sadece aldıkları eğitim değil, o üniversitelere girebilecek kapasite, yetenek ve en önemlisi sorumluluğa sahip olmalarıdır. Sorumluluk bir çalışan için ve bir işveren için en önemli maddedir. Bu maddeyi çalışan veya işveren yerine getirmez ise o iş yerinde sorunlar çıkar. Ahlaki çöküş noktasına bakacak olursak bahsettiğimiz üniversitelerden mezun olan öğrencilerin çok yüksek bir çoğunluğu bu çöküşten etkilenmemiştir. Haliyle siz bu tarz sorumluluk sahibi insanlarla çalışmak istiyorsanız onlara hakettikleri maaşı vermeniz gerekir. Herkes bu en iyi üniversitelerden mezun olamaz burada bir diğer sorumluluk göstergesi işverenin çalışanı işe almadan önce yaptığı çeşitli mülakatlardır. Siz zaten bu mülakatları aday çalışanın sizin şirket kültürünüze uyup uymadığını, yeterli yetenek seviyesine sahip olup olmadığını ve istediğiniz sorumluluk derecesinde olup olmadığını anlamak için yapıyorsunuz. Eğer işe aldığınız bir çalışan ile alakalı bu konularda bir sorun yaşıyorsanız öncelikle mülakat süreçlerinizi gözden geçirmenizi öneririm. Bir diğer konu çalışan kendisine verilen görevleri yerine getiriyor mu getirmiyor mu? Kendisine verilen görevleri, aylık veya haftalık işleri tamamlıyorsa bu çalışandan daha fazla ne bekliyorsunuz? Kalan boş vaktinde kendi işleriyle ilgilenmesi sizi neden rahatsız ediyor. “efendim şirketin gelişmesi için çalışanın boş vakti olmamalı, boş vakti olduğunda daha fazla iş yapmalı hedeflerinin üzerine çıkmalı” peki bunu yapan çalışanı gerektiği gibi teşvik edebiliyor musunuz? Bahsettiğimiz koşulda bir çalışanın yapamsı gereken işler x iken çalışandan 1.5x iş yapmasını istiyorsanız 1.5x işin sonunda çalışana 1.5x maaş veriyor musunuz yoksa yine x veya 1.1x veya 1.4x maaş mı veriyorsunuz? Sizce bu adaletli mi? Piyasada zaten iyi maaş alan çalışanlar ve iyi maaş veren işverenler birbirlerini buluyorlar. Akşamları veya geceleri sürüm çıkacağız dediğinizde çalışan size “uykum var yatacağım gelemem” diye bir söylemde mi bulunuyor? Fakat normal şartlarda mesai ücreti olmadan çalışmaması gereken çalışan rica minnet ve biraz da bizim milletimiz duygusal olduğundan bu işi yapıyor sonucunda bir teşekkür haricinde bir teşvik alıyor mu? Bazen bu gece çalışmalarında bir hata yapıldığında ertesi gün çalışanın yaptığı işin sorgulanması da cabası. İnsan uykusuz şirket için çalışıyor fakat uykusuz olduğu için yaptığı bir hata sonucunda yaptığı iş ertesi gün sorgulanıyor ve hoopp performans düşüşü raporu. Pardon ama siz bunu Avrupa’da herhangi bir ülkenin vatandaşına yapamazsınız. Yapıyorsanız da o 1.5x maaşı yasal olarak vermeniz gerekir. Bunlar tamamen performans, maaş ve sorumluluk üzerine yazara katılmadığım bölüm. Yazara katıldığım bir başka bölüm deprem ve İstanbul gerçeği. Hadi ofise gidelim full ofis veya hybrid çalışma sistemine dönelim. Yazılım ve sanayinin %80i İstanbul’da. Zaten nüfus yoğunluğu sebebiyle bunalan bir şehire daha fazla insanı zorla ofise çağırmak ne kadar mantıklı? Çalışan Kütahya’da çalışırken bir anda ofise çağırılıyor. Evini taşıyacak verdiği kiranın neredeyse iki katı kiraya ev bulacak çocuğunun okulu değişecek arkadaş çevresi değişecek, eşinin aynı şekilde iş ve arkadaş çevresi düzeni değişecek ne için aynı maaş için mi? Kaldı ki tüm ailesini deprem uzmanlarının bas bas bağırdığı İstanbul’a gömmek için mi götürecek bu adam? Tüm ülkenin ekonomisi neredeyse 1 şehir üzerinden dönüyor. Bu tamamen devletin suçu. Bu şehir depremle yerle bir olduğunda ne oalcak bu ülkeye? Burada işverenlerin suçu şu, uzaktan çalışma modeli varken çalışanlarını İstanbul’a çağırdığında ve deprem sonucunda bu çalışanların ve belki şirketin yok olduğunda işverenin kazancı ne olacka burada? Tüm birikimini, tüm geleceğini sırf çalışana güvenmiyorsun diye kaybetmeye değer mi? Kaldı ki güvenmediğiniz insanlar ile neden çalışıyorsunuz?
Bunların hepsinin cevabı yazı da var sanki?